ACININ BEDELİ

 

Ne oldu?

Tabi ki de olmadı.

Hiç olur mu böyle bir şey.

Evet olmaz diyorsunuz. Çünkü:

Elmaları ağaçlardan toplamalı, gemi ile okyanusta gitmeliyiz. Yağmur gökyüzünden üzerimize yağmalı, ve doyasıya bulutları izlemeliyiz. Kışın kar yağışı, ayrı bir güzelliktir. Yaz aylarında deniz ferahlıktır. Çünkü her şey kendi düzeni içinde güzeldir. Hiçbir şey birbirinin tersi olmamalıdır. İnsanlar geri geri yürüyemeyeceği gibi, zamanın her zerresini yaşamadan da ileri gidemezler. Gideceğim diye hayaller kuran insanlar olduğunda ise, onun da bir bedeli vardır. Bu bedeli ödemek zorunda olan ise, yine  biz insanlar oluruz. Hayatımızın hataları önümüze acı bir bedel olarak çıkar. Biz yaşadıklarımız ölçüsünde bedel öderiz. Hayatımızın düzenli olması, huzurlu ve mutlu olması, bizdeki ortaya çıkan acının dozunu oluşturur. Eğer iyi bir ortamda yetişmiş isek çok fazla bedel ödemeyiz acıya karşı. Özlemlerimiz, hayallerimiz, hayata kırgınlıklarımız, aslında bizim hayattan bekleyip de alamadıklarımızdır. Küçüklükten itibaren başlar hayaller. Sonra büyüdükçe, sanki bir kuş gibi uçup gider hayallerimiz. Ya da öyle zannederiz. Gerçeğini sorarsanız. Hayatımızın büyük bir kısmını biz yönlendiririz. Aklımızla ve yaptıklarımızla..

Düşünün ki bir ülke içinde yetişen üç komşu aile var. Üç komşu ailenin birer erkek çocuğu var. Aynı çevrede yetişiyorlar,  aynı okula  ve aynı sınıfa gidiyorlar, aynı kitapları okuyorlar ve aynı dili konuşuyorlar. Yeri geldiğinde anneleri sırdaş ve birbirlerinin dertlerine ellerinden geldiğince ortak oluyor, birbirlerine ihtiyaçları doğrultusunda yardım ederek, geçinip gidiyorlar.

Bir ailenin durumu çok iyi ve çocuklarına karşı oldukça ölçülüdür. Ne fazla ne eksik, çocuğuna karşı aile gayet ılımlı ve ilgilidir. Çocuğunun bütün eksikleriyle ilgilenir, yanlışlarını düzeltir, derslerine yardımcı olurlar. Yeri geldiğinde gezmeye götürür, oyunlar oynar, günün koşullarına göre fazla şımartmadan istediklerini yerine getirmeye çalışırlar. Çocuklarının hayata bakış açılarını genişletmeye çalışır. Yeri geldiğinde sohbetler eder, herhangi bir konu hakkında usulüne göre çocuğun anlayabileceği şekilde o konu hakkında tartışırlar.

Öteki ailede ise çocuğunun anne babası sürekli kavga eder.  Evde huzur kalmamıştır, baba her şeye karışır, anneyi ve çocuğunu dışarı çıkmasına izin vermez, evde ne var ne yok satar, anne çalışmayınca eve para getirmeyince anneyi döver.  Alkol batağında olan baba yüzünden, hayata küsmüş bir çocuk ve çaresiz kalmış bir anne. Bunun sonucunda da ne acı ki çok ketum ve kötü koşullar da yetişmeye ve yetiştirilmeye çalışılan bir çocuk.

Diğer aile ise, biraz daha farklı. Bu aile de baba yoktur. Baba trafik kazasında ölmüştür. Anne tek kalmış ve çocuğu için evlenmemiştir. Hayatının bütün zorluklarını göğüslemiş ve biricik evladını yetiştirmeyi, kendine görev bilmiş,  bunu da hayatının öncelikleri içine almıştır. Çalışıp çabalayıp biricik evladının bir yere gelmesi için okutmaya çalışmıştır. Çocuk yaşama bilincini ve hayata karşı olan mücadeleyi erken öğrenir. Annesinin de desteğiyle, hayatı erken göğüslemeye başlar ve hayatta bir meslek sahibi olmaya çalışır. Orta halli, sevgi dolu, hayattan yarı kaygılı yetişir çocuk.

Burada bahsettiğimiz üç ailenin çocukları da, aynı okulda birlikte okuyor, birlikte oynuyor, birlikte gülüyor, birlikte yiyip içiyorlar. Bir ekmeği yeri geldiğinde birlikte bölüşüp paylaşıyorlar. Evdeki koşullar çerçevesinde ailesinden aldıkları farklı derecedeki sevgiye istinaden hayata farklı duygularla bakarlar. Fakat hayattaki acının, yürekteki birikimi,  zaman ilerledikçe,  kalpte yaralar açmaya başlıyor. Bu yaralar öyle ki, kimini isyankar  yapıyor, kimini fedakar. Çevre koşulları ve yetiştirilme şekilleri, insanların kişiliklerini ve karakterlerini belirlemede büyük rol oynar.  Kişiler yaşadıklarının derecesinde hayatı göğüslemeyi kolaylaştırırlar.

Ve zaman kimseyi dinlemez geçip gider… Hayat akışı içinde artık, çocuklar büyümüştür, serpilmiş ve geleceğe yönelik kişilik ve karakter kazanmaya başlamıştır. Herkes kendine, kendince doğru bildiği, yaşadıklarının doğrultusunda, hayattan alabildiği ilhamla bir yol çizer. Ama öyle bir yol çizer ki,  hayatta yaşadıklarının karşılığında ve aldığı sevgi, kin, nefret, hayal kırıklığı, duygusallık vs. gibi unsurların dozu derecesinde çizer.  Artık her yaşayacağı anı yaşadıkları ile eşleştirmeye çalışır. Bu dorular yaşadıkları ile orantılı doğrular ve kendi doğruları olur.

Ilımlı ailenin çocuğu okur büyük adam olur, devlet adamı gibi. Ailesinin kendisini çok iyi yönettiği gibi, o da ülkesini yönetir ailesinden aldığı terbiye kadar. Kendisine bilginin sınırsız olduğunu öğreten anne ve babanın çocuğuna, hayat aynı zamanda öğrenmeyi de algı gücüne göre öğretmiştir. Zamanında tartıştığı konuların içine girmiş geleceğe yönelik tahliller yapmaya başlamıştır. Başarılı olmayı ve başarının yolunu bildiği için, sadece taşları yerine oturtarak, ve emek vererek gideceği istikamette yürümüştür. Çünkü “Balık yemeyi değil balık tutmayı.” bilir.

Kötü koşullarda yetişen çocuk ise babasından alamadığı intikamını zalimlik yaparak herkesten alır, yani cellat olur ülkeye. Acımasız, öfkeli, hırçın, hayata karşı isyankar ve kötüdür. Geleni ve gideni asar keser ve bununla ilgili çeteler kurar. Herkesi babası gibi kendisine zulüm yapacağını zannedip, insanlardan önce davranarak kendince cezalar verir. Psikopatlaşmıştır. Ruhen hastadır, vicdan mekanizması  işlemez yüreğinde. Uzaktır insanlıktan.

Babası olmayan ailenin çocuğu ise, baba özlemiyle ve annesinin kendisine vermiş olduğu emeğe karşı minnet duyarak, annesinin de çabasıyla okur memur olur devlete. Yüreğinin bir yerlerinde sevgisi eksiktir. Annesinin kendisini bırakmaması, çektiği ızdıraplar ve hayat koşullarının getirdiği zorluklar, annesine olan bağlılığını büyük bir sevgiye dönüştürür. Hiç yalnız bırakmaz annesini. Evlenince bile annesiyle birlikte mutlu yaşar. Unutmayalım ki anne kendisini oğlu için bir zamanlar feda etmiştir.

Ne kadar emek, o derece iş. Yani “Ne ekersen onu biçersin demiştir” Atalarımız.

Peki bütün bunların bedeli nedir? İnsanoğlu çok iyi yaşar ya da çok kötü yaşar. Burada hata hiçbir zaman bireyin yetiştirdiği evladında değildir, bireyin bizzat kendisindedir. Toplum bireylerden oluşur. Topluma yön veren büyüklerin, çocuklarını yetiştirme şeklidir. Kişiler önce kendilerinde hatayı düzeltmeye başlarsa toplum otomatikman düzelmiş olur. Burada önemli olan sadece toplum kuralları çerçevesin hareket etmek değil, aklımızı kullanarak doğruyu bulmaktır. Etik olmaya hareketler, hem zamanımızı, hem de geleceğimizi tehdit eder. Bizi etkilediği gibi, çocuklarımızın yetiştirilme yönünü de değiştirir. Hayatımızda ne yaşadıysak, ne öğrendiysek, o doğrultuda, yaptıklarımız kadar acı ve ya o derece iyi bir yaşam sağlamış oluruz. Kendimizin hayatında mutluluğun başladığı an ise, aklımızı kullandığımız ve hayatımızı değiştirmeye karar verdiğimiz andır.. Vicdanını uyandıramayanların, vicdanının uyandırdıktan sonraki hallerini bir düşünün. Belki akıl hastanesi.

Aslında insanların iyi ortamlarda düzenli yetişmesi ülke biçimini oluşturur. Çünkü ülke dediğimiz erk insanlardan oluşur. Ve her insanın yaşadığı bir çevre ve yaşayıp büyüdüğü koşulları, hataları, iyilikleri vardır. Kişi hayatını düzenlerken ne yaptığını doğru analiz ederse, memleketine ve kendisine o derece faydalı olur. İyi nesiller ve hayırlı evlatlar yetiştirir. Toplum düzeni bireylerin hatalı davranışlarından ve yanlış politikalardan kaynaklanır. Bireylerin bilgisiz olduğu bir çevrede azıcık bilgisi bulunan başa geçer. Cahil ve beceriksiz kimselerin çok olduğu yerde iş bilen veya gözü açık olan biri fırsattan istifade hemen başa geçer ve hükmünü icra eder.

Ne demiş atalarım “Körler memleketinde, şaşılar padişah (baş) olurmuş.”

 

Yorum Gönderin

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir