Gelemem artık. Diyarbakır benim için hasretini çektiğim, hemen her gün gözlerimde canlanan, burnumda tüten anılarıyla avunmaya çalıştığım ve de uzaktan sevmeye alıştığım bir kent oluyor yavaş yavaş… En azından şimdilik!
Aşı karşıtlığının zirve yaptığı Diyarbakır her adım başı tehlike saçmakta. Görünmeyen bir düşmanla savaşan tüm dünya ülkeleri ve tüm insanlık adına sesleniyorum:
LÜTFEN AŞI OL DİYARBAKIR!
DELTA ve DELTA PLUS varyantlarının sıkça görülmeye başlandığı kentte, durum her geçen gün daha da vahim hale gelmekte. Diyarbakır’daki dostlarımla hemen hergün iletişim halindeyim. Ve yine hemen hergün duymaya alıştığım Covid-19 Delta varyantına yakalananların sayısı da giderek artmakta. Eş dost akraba arasında bu illete yakalanmayan neredeyse yok gibi bir şey! YALNIZ BİR FARK VAR; AŞI OLANLARLA OLMAYANLAR ARASINDAKİ FARK… 2 doz aşı olanlar neredeyse ayakta atlatıyorlar, olmayanlar ise malumunuz hastahanelik!
AŞI OLMAMAKTA İNAT EDENLERE SESLENİYORUM:
Ne kendinizin ne de içinde yaşadığınız toplumun sağlığını tehlikeye atmaya asla hakkınız yok. Çünkü yapılan bilimsel araştırmaların da ortaya koyduğu gibi, Delta varyantının diğer adı da AŞI OLMAYANLARIN YAKALANDIĞI SALGIN olmuş durumda. Bu varyanta yakalananların yüzde 90’ını aşılanmayanlar oluşturuyor.
LÜTFEN hem sevdiklerimizi hem de toplum sağlığını kotumak adına hemen aşılanalım. Aşı olmayanları da uyaralım. Aşı karşıtlarının yaydığı asılsız dedikodulara da asla itibar etmeyelim. Ne yani; bütün ülke olarak aşılanıyoruz, sadece doğu ve güneydoğu bölgemizde yaşayanlara özel aşı mı var? Yan etki yapacaksa, hepimize yapacak.
Şu anda Antalya’dayım. Ve gururla ifade ediyorum memleketimdeki aşılanma oranı yüzde 80’leri aşmış durumda. Keşke Diyarbakır da böyle olsa…Sokaklarında yürüyebilsek gönül rahatlığıyla, o enfes yemeklerinden tatlılarından yiyebilsek oturabilsek hiç çekinmeden Dağkapı’daki ciğercilerde ya da Hz. Süleyman’da Ulu Cami’de dalsak kalabalıklara korkusuzca! Keşke 10 gözlü köprüde çekilen halaylara eşlik edebilsek, Dicle nehri kenarında yine çayımızı yudumlayabilsek büyük bir zevk ve huzurla…
Ama şu korku yok mu ya şu korku; işte bana da engel olan bu!
Gelsem diyorum Diyarbakır’a, hava isterse 50 derece olsun kavrulsam sıcağında ne olurdu yani? Dolaşsam birgün Eğil’i, ertesi gün Zerzevan’ı yorulduğumda Keçi Burcu’nda bir soluklansam, Balıkçılarbaşı’nı adımlasam bir baştan bir başa, o dükkan senin bu dükkan benim!.. Sonra dalsam Aşefçiler Çarşısına, dolaşsam Sur içindeki küçelerde ne olurdu yani? Çok içim yandığında bir meyan şerbeti içsem kana kana ya da nar suyu sıktırsam, sonrasında ikram etmekte yarışılan dibek kahvesinden tatsam ve tadı damağımda kalsa; Diyarbakır bütün bunları çok mu gördün bana?
Şimdi sen bensiz, ben sensiz…
Özlemini gömdüm kalbime, anılarla yaşıyorum.
Gelmek istesem de gelemiyorum, taa ki senin rengin kırmızıdan tekrar maviye dönünceye dek! Hakkın var mı buna Diyarbakır, sen sadece senin değil bütün insanlığın mirasısın. Diyarbakır sen sadece bir isimden ibaret değilsin, sen bir tarihsin yaşayan ve yaşatan! İşte sırf bu nedenle de olsa hakkın yok aşı karşıtı olmaya! Bırak seni doya doya yaşayalım. Sözlerimi Diyarbakır’a atfen söylenen şu mani ile bitirmek isterim:
Diyarbakır diyarım
Yar yitirdim ararım
Gelip geçen yolcudan
Her gün onu sorarım
Diyarbakır sarayım
Seni kimden sorayım
Mektuban hayran oldum
Gül cemalin göreyim
Diyarbekir elini
Saram ince belini
Küstünse gel barışak
Naz etme ver elini
Diyarbakir şehrini
Sevdim bütün yerini
Bildim bana yar olmaz
Boşa çektim kahrini
Ben asla kahır çekmedim Diyarbakır’da… Yakında kavuşmak umuduyla. Hoşçakalın.